Kısa bir tarihi:
Ödemiş ve çevresinin kültür ve inanç turizmi merkezi olan
Birgi 5000 yıl öncesine uzanan kesintisiz bir tarihe sahipmiş. Geç kalkolitik
ve tunç devirlerini yaşamış, Lidya, Pers, Bergama krallıklarının, Roma ve
Bizans İmparatorluklarının egemenliğinde kalmış. 1308 yılında Aydınoğulu
beyliği ile başlayan Türk egemenliğiyle oluşan Selçuklu ve Osmanlı uygarlıkları
Birgi’nin tarihsel ve kültürel kimliğini oluşturmakta. Birgi’nin çok renkli bir
tarihi dokuya sahip olduğunu söylersem doğru bir noktaya parmak basmış olurum
sanırım. 1996 yılında SIT alanı ilan edilerek koruma altına alınmış bu köy. Son
yıllarda Birgi’deki birçok sivil ve anıtsal mimarlık örneği kültür Varlıkları
Katkı Payı Fonu’ndan alınan payla sokak sağlıklaştırma ve restorasyon
uygulamaları yapılmış.
Çakırağa konağı:
18. yüzyılın ikinci yarısında büyük toprak sahibi ve deri
tüccarı olan Şerif Ağa tarafından yaptırılmış olan bu konağın alt katı taş
duvar örgülü, 1. Ve 2. Katları ahşap çatkılı tarzda yapılmış açık sofalı bir
konaktır. Barok ve rokoko tarzda süslemeleri, başodalarındaki İstanbul ve İzmir
duvar resimleriyle Türk konak mimarisinin önemli örneklerinden bir tanesiymiş.
Giriş katı misafir bekleme yeri, ahır, tuvalet,
hizmetli odalarından oluşmakta. Birinci katı kışlık ikinci katı yazlık olarak
kullanılıyormuş. Birinci katında sadece koridoru gezmemize izin verdikleri için
o odalarla ilgi pek bir şey anlatamayacağım ama ikinci kat çıktığımızda soluduğumuz
hava bile gösterişli gelmeye başlamıştı bana. Süslemenin ya da el işinin
değmediği tek bir nokta dahi yoktu. Koridorda meyve kurutma yeri, taht köşe ve
hazine odasına çıkan minik bir merdiven vardı. İlk girdiğimiz oda misafir
odasıydı. Odada süslü bir şömine, gömme dolaplar ve tuvalet bulunuyordu. Ayrıca
duvar resimlerini ve tavan süslemelerini de geçmek istemiyorum. Hepsini ağzım
açık bir şekilde ‘Nasıl yapmışlara acaba?’ diyerek baktım. Sonraki girdiğimiz
oda İzmir odasıydı. Öğrendiğime göre Şerif Ağa’nın iki tane eşi varmış. Birisi İzmirli
diğeri de İstanbulluymuş. Ve memleket hasreti çekmesinler diye bu duvar resimlerini
yaptırmış. İzmir odasında görkemli bir şömine, gömme dolaplar ve büyük bir İzmir
panoraması bulunuyor. Ayrıca duvarın her yerinde duvar süslemeleri ve meyve ve
ağaç resimleri görmek mümkün. İstanbul odası ise bana İzmir odasındansa daha
ihtişamlı geldi. Bunun nedeni büyük ihtimalle tavanın muhteşem ahşap işçiliği
ve detaylardaki süslemeleriydi.
giriş katı:
kışlık kat:
yazlık kat:
misafir odası:
İzmir odası:
İstanbul odası:
AYDINOĞLU MEHMET
BEY CAMİİ (Ulu camii):
Daha önce gördüğüm cami mimarisiyle pek de bir benzerliği
olmayan bu cami oldukça küçük bir cami. Camiye girmeden önce merdivenlerden
çıkıp kapıdan geçtiğinizde de merdivenlerden iniyorsunuz. Bunun amacının
merdivenlerden inerken aşağı bakıldığı için baş eğme eylemi ile saygılı bir
şekilde camiye giriş yapılması için olduğunu söylediler. Ayrıca bu camide kubbe
görmemek beni şaşırttı. Ama daha sonralarında öğrendim ki kırma çatı diye adlandırılıyormuş.
Yapının içinde 15 adet devşirme sütunlar bulunuyor. İçeride bulunan mimber ise
zamanında çalınıp İngiliz interpol tarafından açık artmada satılmadan önce ele
geçirilmiş. Doğu ve Güney cephesi devşirme mermer bloklarla kaplı olup moloz
taştan yapılmış olan bu caminin Güneydoğu cephesinde arkaik bir aslan heykeli
görmek beni çok şaşırtmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder